Yozgat’ta Zabıta Haşim kimdir derseniz, onu tanımayan olmaz. Ya zabıtalığından, ya köyünden ya da askerdeki ünü ile tanır onu Yozgatlıların birçoğu.
1982 yılı Temmuz ayıydı. Kısa dönem 3 buçuk aylık askerlik görevimizi yapmak üzere Prof. Hayati Hökelekli hocamızla birlikte otobüsle Erzincan’a vasıl olduk.
Nizamiyeden girdiğimizde kaydımızı yapanlar arasında aynalı kahvenin müdavim garsonu Mehmet Bozkurt Onbaşı, kimliğinde Yozgat yazan herkesi belirli yerlere veriyordu.
Bizi de tanıdığı için uçaksavar 3. bataryasına torpilli olarak kaydımızı yaptı. Elbiselerimizi ambardan aldık, üzerimize giydik. Asker olduk olmasına da kendimize gelemedik birkaç gün. Kimler yoktu ki!
Ölenlere Allah’tan rahmet, kalanlara Rabbimden sağlıklı uzun ömürler dilerim. Bildiğim kadarıyla İhsan Irgatoğlu, Mustafa Bekdemir, Celal Doğru, Mehmet Demir, Haşim Canpolat aramızdan ayrıldılar.
3. ordu ile 59. Topçu Tugayı arasında tel örgüyle çevrili yerin bir kısmına küçük bir hamam ile çay ocağı yapmışlar. Bugün ki gibi telefon etme imkanımız yok, ailemizle mektupla ulaşıyoruz.
Mektuplar toplanıp belli bir düzen içinde hafta sonları toptan biriktirilerek görevlilerin okumasından sonra atılıyormuş. Hiç unutmuyorum, bir arkadaşımız, “Burada Haşim’in yeri var. O da Yozgatlı size ne var ? Mektuplarınızı ona verin o işi halleder” dedi de ilk fırsatta Haşim’i bulduk.
İlk gördüğümde sanki asker değil, hamam ve çay ocağının işletmecisi. Ayağında potün yok, yaz sıcağında belden yukarısı çıplak, emirler yağdıran, etrafındaki askerlere her dediğini yaptıran tanıdığımız Haşim’in dışında biriyle karşılaştık.
Bize bundan sonra sıkıntı yoktu. İstediğimiz çamaşırı bize temin ediyor, Yozgatlıların hamama girmesinde, çay, simit, ayran temininde hiçbir sorun yaşamıyorduk.
Kısa sürede bizde alıştık. Eğitim aralarında soluğu orada alırız. Çamların altında serinlenir, fırsat bulduğumuzda 150 kuruşa bir demlik çay içerdik. On binlerce erat’ın gözdesi Haşim dillere destan olmuştu. Çavuşlara, onbaşılara talimatlar yağdırır, kolayca çarşıya çıkar,3-5 bakraç yoğurt alır, tenekelerle ayran yapar, bir teneffüste binlerce kişiye bardak bardak ayran satardı.
Çarşıdan binlerce simit getirtir, satar kazandığı paraları da sabahtan akşama elinde paket paket millete göstererek taşırdı. Koynu, koltuğu parayla doluydu.
Onun varlığıyla Yozgat’tan gelen tüm askerler gibi bizde 2 ay Haşim sayesinde rahat ettik. Meğer, bir üst komutan Haşim’e görev vermiş. Yanına bir ekip al demiş. Çay, simit, vs. şeyler satmasına izin vermiş. Kazandığı paraları da akşam paylaşırlarmış.
Akşam eli dolu giden Haşim, sabah olunca tığ tebeşir gelirdi. Günler ayları kovaladı. Bir gün hamamında, çay ocağının da kapandığını gördük. Meğer, Haşim çarşı iznine çıkmış yalın ayak, başı açık bir vaziyette inzibatlar yakalayıp Haşim’i götürmüşler.
Etten köfte döver gibi dövmüşler, dövmüşler.
3 gün sonra kendine gelen Haşim hani derler ya, “Kel’e yundun mu (yıkandın mı) demişler, tarandım bile demiş”
Onun gibi tığ tebeşir kalıverdi. Halbuki arkadaşımızın biri ona zamanında, “ Oğlum, Haşim ben hocayım. Çayı, şekeri, simidi, yoğurdu sen alıyor, sen satıyorsun. Akşama kadar biriktirdiğin parayı birileri senin elinden alıyorlar. Bir kısmını bize emanet ette o da senin emeğinin karşılığı olsun”
Dediyse de Haşim kabul etmedi. Yol parasına muhtaç kaldı. Daha sonraki yıllarda asker dönüşü komşumuzun kızıyla evlilik yaptı, mutlu bir yuvası oldu. Belediye terminalinde işe başladı. Zabıta Haşim olarak da ünlendi.
Ne zaman bir toplulukta beni görse, “Anlat bakalım Hoca, ben nasıl bir askerdim?” Der. Bende onun yiğitliğini anlatır, o da keyif alırdı.
Bir müddet önce köyüne giderken arabama bindirdim, hal hatır sordum. Hasta olduğunu söylemişti. Geçtiğimiz hafta da hayatını kaybettiğini öğrendim. Rabbim rahmetiyle muamele etsin. Haşim gibi nice temiz insanlar bir bir gidiyorlar. Ruhları şad olsun diyorum. Vesselam.
Yorumlar kapalı.