Süleyman Çelebi’sini bekleyen çağ

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

En güçlü fikirler en zorlu zamanlarda ortaya çıkarlar. Bir aşk neşidesi olan Mevlid böyle bir ortamda doğmuş. 1402 Ankara Savaşından sonra başsız kalan ve 1413’e kadar otorite savaşı yaşanan Osmanlı ülkesinde 1409 yılında Süleyman Çelebi tarafından yazılmıştır. Beslediği yüksek hissiyat ve fikir, ihtiva ettiği sanatlı şiir, beslendiği aşk dolu sineden kuvvetli bir sesleniş ile bütün zamanların gördüğü en güçlü birleştirici aşk yüklü neşidesi halini almıştır. Edebi kültürel kudretiyle, camiye giren ilk Türkçe metin/şiir olma niteliği ile başta Türkiye olmak üzere Türkçe konuşulan coğrafyalarda halen gücünü ve yerini korumaktadır. Mevlid, peygamber sevgisini işleyen dini muhtevalı bir şiir olarak, cemiyetimizin maneviyatını beslemeye, birlik duygusunu pekiştirmeye devam etmektedir.

Dünyayı oryantalist keşiflerle, ticaret yoluyla keşfedip, askeri güçle boyunduruk altına alan, eğitim yoluyla sömürgeleştiren batı, son iki yüz yılda bütün dünya ile birlikte ülkemizde de nerede ise hayatın her kolunda bir sömürge ‘’tortu’’su oluşturup, bırakmış. Ülkedeki eğitim sistemi yoluyla da bu durumu kurumlaştırmıştır. Öyle bir eğitim sistemi ki, şairin ‘’serbest verem ve sıtma, mahpus gümrükte ilaç’’ dediği türden bir hali geriye miras olarak bırakmıştır. Dil, kültür ve kimlik alanında uygulanan yüzyılın soykırımından sonra gittikçe dogmatik ve pozitivist karaktere büründürülen eğitim sisteminden yetiştirilen nesillere zihnî bir teşevvüş(karışıklık) yaşatılmış. Toplum hafızası allak bullak edilmiş. Bu durum düpedüz mankurtlaştırma süreci halini almıştır.

Son zamanlarda ülkemizde yaşanan siyasi gelişmeleri bu cepheden okumalarla daha iyi anlamlandırabiliriz.

Savaş sonrası dönemde eğitim yoluyla kuraklaştırılan, hiç bir fikri olmayan, en büyük özellikleri sığlık olan bir topluluktan söz etmekteyiz. Yaşananlar ”urun ha!”, ”söyletmen vurun” türünden linç kültürüyle beslenen mütegallibe(zorba) güruhun son atakları. Türkiye’nin kelimelerle örülü tarihi hafızasını silme operasyonuna ”memur” edilen bu grubu en çok fikir meydanındaki tahammülsüzlükleriyle tanırsınız.

Mahir Ünal hadisesini böyle görmek gerekiyor.

Bir tür tükenmişlik sendromu yaşıyorlar.

Her canlı fikri doğmadan boğmaya çalışıyorlar fakat canlı mevtaya dönmüş idraksizliklerini de görecek durumda değiller. Derman kâr eylemiyor bunlara.

İşte tam burada sözümüzü de özümüzü de artık daha yukarıya çıkarmamız gerekiyor. Tahlil edildi, tespit yapıldı, teşhis konuldu. Artık yeni bir teori ve yepyeni bir bakışla Türkiye’nin tamamını içine alacak bir dil kullanmamız gerekiyor. Artan dinamik insan potansiyelimizin enerjisini sinerjiye çevirecek bir söz, üslup ve teori geliştirmemiz gerekiyor.

İşte tam buradan bakınca millet sinesinde kaynayan mahşeri görmek gerek.

Sayıları 207’yi bulan üniversitelerin olanca sorunlarına rağmen alttan alta beslediği bir tefekkür çağının eşiğinde olduğumuzu hissedebiliyorum. Sessiz sedasız manevi mukavemetini sürdüren cemiyetimizin manevi damarların beslediği dinamizmi de görebiliyorum.

Olanca sertliğine rağmen halk irfanını besleyen canlı bir fikir ve tartışma ortamını da görmeli.

Bütün bunlara ilaveten yeryüzünü bize, bizi bütün insanlığa doğru yaklaştırıp, bilinçaltımızı harekete geçiren düşünce iklimini de doğru okumalı.

Naçizane düşüncem yeni çağ, Süleyman Çelebi’sini ve onun yazacağı Mevlid’i beklemektedir. Cemiyetin tefekkür sinesi böyle bir soylu doğumun sancılarına gebe.

Gelecek zamanları içine alacak, cemiyetimizin bütün kollarını kavrayacak, maneviyatını besleyecek bir söyleyiş olacak bu. Sanatını, aşkını, maneviyatını ve çilesini birden barındıran asil ruh eseri söyleyiş. Bağrı da, sinesi de münbit yurdumun bereketli ocağı nicedir bu kutlu sancıları çekmekte.

Elbette her doğum vaktine gebedir.

Süleyman Çelebi’sini bekleyen çağ
Giriş Yap

Merhaba Yozgat Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!