ÖNCE KENDİMİZE BAKALIM

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Maalesef günümüz insanı çalışmadan, terlemeden, yorulmadan kısa yoldan netice elde etmeyi hedefliyor. Bin türlü mazeret, yakınma devamında ise  başkalarını suçlama…

Çocuklarımızı iyi yetiştirememenin suçunu bile ya eğitim sistemine, ya okula, ya öğretmenlere, ya komşuların yaramaz çocuklarına, ya da tümüyle devlete atıp işin içinden sıyrılıyoruz.

Bir şeyleri güzelleştirmek için çabalamak, gayret göstermek yerine yakınmayı tercih ediyoruz. Çok çabuk vazgeçiyor, değerlerimizden kolay taviz veriyoruz.

Geçtiğimiz 40 yılda köprülerin altından çok sular aktı.

Bir dönem sakal merakı sarmıştı. O kadar fanatik bir hale dönmüştü ki o günlerde sakalsız olanları Müslüman bile saymazlardı.

Bu fanatik arkadaşlarımızdan biri bir gün kurban mevzusunda başka bir arkadaşımız ile tartış arkadaş tartışırlarken onu sakalsız diye neredeyse dinsizlikle itham edecekti. Araya girerek işi tatlıya bağladığımı hatırlıyorum. Aynı arkadaş hızını alamayarak telefonla müftü efendiye bu adamın Müslüman olup olmadığını, kurban kesip kesemeyeceğini bile sormuştu.

Gün geldi o arkadaşımızın başka bir şehre tayini çıktı, sakalını da kestirdi. Emekliliği gelmesine rağmen hâlâ 40 yılı aşkındır memuriyet görevini sakalsız olarak sürdürüyor.

O gün taviz vermeye yanaşmayan, katı kurallar içinde olan birçok arkadaşımız sonradan yaşantımızdan ve öz değerlerimizden ne tavizler verdiler.

O tür arkadaşlar bilmiyor ki, çok önemsedikleri, neredeyse inançlarının temeli saydıkları konular bir gün sapır sapır dökülüyor. İş nefsimize hoş gelince ne inanç düşünülüyor ne değer. Mücahit olanlar müteahhit oluveriyor.

Topluma ahlak dersi vermeye çalışan, başa gelen musibetlerden başkalarını suçlayan, kendine bir görev addetmeyen insanlara soruyorum.
Asıl suçlu biz değil miyiz?
Günah bizim günahımız değil mi?
Sorun sorumsuzluğumuzdan kaynaklanmıyor mu?
O tür arkadaşlar davranışlarını mazur göstermek için onca nefes tüketeceğine, sadece “İnancıma ve ilkelerime bağlıyım, helalinden bir dilim ekmek neyime yetmiyor” deseydi daha güzel olmaz mıydı?

Hz. Âdem’den (a.s.) itibaren Hz. Muhammed (s.a.v)’e kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin hayatına bir bakın bakalım. Aralarında “hırs ile geçim derdine düşenler” var mı?
“Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın” tekerlemesine sığınanı gördünüz mü?
“Maslahat icabı” inançlarından, ilkelerinden taviz veren bir peygamber olduğunu duydunuz mu?
İnandığı davasından zerre kadar taviz verdiler mi?

İlk günü ne tebliği etmişse sonuna kadar aynı şeyi söylemişler, aç kalmışlar, açık bırakılmışlar, taşlanmışlar, bağrına taş bağlamış, hasır üzerinde yatmış ama yılmamış çalışmış, mücadele etmişler. Kısacası ölüm gelmeden önce nefislerine dur diyebilmişler. Nasıl inanmışlarsa öyle yaşamışlar!

Baskıysa baskı, zulümse zulüm, ölümse ölüm! Şiddet karşısında bile itidalden uzaklaşmamış, tatlı dil, güler yüzle, en güzel şekilde tebliğlerini yapmışlardır.

Her Musa’nın bir Firavunu, her İbrahim’in bir Nemrut’u vardır. Efendimiz karşısında Ebu Cehil vardı. Nemrut, Hz. İbrahim’i ateşe attı, ateş gülistana döndü. Firavun, Hz. Musa’yı Nil Nehrinde boğmaya kalktı, ordusuyla birlikte kendisi boğuldu. Ebucehil, Efendimizi doğduğu şehirden kovdu, ama kısa bir süre sonra muzaffer olarak aynı şehre dönmesini engelleyemedi.

Samimiydiler. Dürüsttüler. Yüreklerinin en derin yerlerine kadar imanlıydılar ve inançlarında sebat etmeye kararlıydılar.

İşte örnek alacağımız hususlar bunlar olmalıdır, diyorum.

Vesselam…

ÖNCE KENDİMİZE BAKALIM

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Merhaba Yozgat Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!