KUTSAL TOPRAKLAR 7

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İslâmiyet ile birlikte Mekke şehri bugünkü Harem-i Şerif’in kapladığı alan kadar bir yermiş. Hemen hemen bütün sahabelerin evleri de buralarda imiş. Bunlardan Hz. Ebubekir ile Hz. Hamza’nın evleri şimdiki Hilton Oteli’nin olduğu yerde, Peygamber Efendimiz ’in evi de şimdiki yerde olmayıp, aslı Merve Tepesi’nin hemen bitişiğinde bir yerdeymiş. Bunlardan başka sahabelerin önde gelenlerinin birçoğunun evleri bugün bilinmemekle birlikte, muhtemelen Kâbe’nin etrafında oldukları söyleniyor. Mescid-i Haramın manevi özelliği insanı cezp ediyor.

 Kâbe’yi sadece dört duvardan ibaret görmek ne kadar yanılış olur. Sabahın 03.00’ünde  ilk ezanla giriyorsunuz mescide öğleye kadar, öğleyin girmişseniz akşama kadar, akşam girmişseniz ertesi gün sabaha kadar namaz kılarak, tavaf yaparak yoruluyorsunuz. Bir-iki bardak zemzem suyu içtiniz mi, elinizle alın terinizi siliyor, ne açlığınız,  ne de susuzluğunuz kalıyor geride. Yorgunluktan eser de kalmıyor. Bu kez de oturduğunuz yerde Kâbe’yi seyrediyorsunuz. Bu esna da ne oğlunuz, ne kızınız ne malınız, ne de servetiniz aklınızın ucundan bile geçmiyor.

Oturduğunuz yerden kalkıyor bu kez de revaklar arasında dolaşmaya başlıyorsunuz. Eğer önceden İslam tarihi, siyer-i nebi ve peygamberlerin hayatlarını okumuşsanız bütün peygamberler bu iklimde, bu topraklarda tebliğ ve irşat görevlerini yapmışlardır. Büyük bir bölümü de buralarda meftundurlar. Attığınız her adımda, gördüğünüz her yerde mutlaka bir olayın geçtiği tarihi bilgiler ışığında gözünüzün önüne geliyor.

Kâbe öyle büyülü bir dünyadır ki, oraya giren dışarı çıkmak istemez. Kâbe gece bir başka güzel. Işıkların altında o siyah örtülerle bezenmiş yapı, sanki bu dünyaya ait olmadığını fısıldıyor kulağımıza. Kendi etrafında binlerce insan dönüyor, “Buyur Allah’ım emret” diyerek niyaz da bulunuyorlar beyaz kelebekler gibi. Sahabeleri tanımaya öğrenmeye devam ediyoruz.

 Benim çocukluk yıllarımdan beri merak ettiğim, daha 16 yaşlarında Müslüman olmuş İbni Erkam’ın evini soruyorum. Mescid-i Haram’ın dış duvarlarının önünden karşımıza bir kapı çıkıyor. Yanında da üst kata çıkan bir asansör var. Adı bir hayli ilginç, İbn-i Erkam asansörü. Evet, burası mevki olarak tam Safa Tepesi’nin yanı. İbn-i Erkam’ın evinin de Safa Tepesi’nin hemen yanında olduğunu biliyoruz.

Zaten bu asansör ve yanındaki bu kapıya isim olarak bu genç sahabenin adının verilme hikmeti de burada yatıyor. İbn-i Erkam’ın evi, İslâmiyet’in insanlara ulaşmasında önemli bir basamak oluşturmuştur. Dinin ancak gizli yayılabildiği o ilk günlerde Efendimiz sahabeler ile bu gencin evinde toplanır, gelen ayetleri onlara orada anlatırmış. Adeta karargâh olarak kullanmış efendimiz.  O günlerin ne kadar sıkıntılı olduğunu bizlere Ebu Zer’in başından geçen şu hadise çok güzel anlatmaktadır. Ebu Zer, Mekke’de bir peygamberin zuhur ettiğini öğrenir. Yanına gidip davetine icabet etmek ister. Fakat Mekke’ye geldiğinde kendisine bir muhatap bulamaz. Derken Kâbe’nin yanındaki zemzem kuyusunun yanında Hz. Ali ile görüşür. O günler çok sıkıntılı günlerdir. Ebu Zer, Hz. Ali’ye arzusunu iletir. Hz. Ali, ona beklemesini, uygun bir zamanda kendisini Peygamber Efendimize götüreceğini söyler.

Her şey gizlice sürdürülmektedir. Müşrikler son derece gergin ve saldırgandırlar. Ebu Zer, bu sıkıntılı zamanda, Kâbe avlusunda tam iki hafta bekleyecektir. Bu geçen zamanın sonrasında Hz. Ali gelir ve onu alıp İbni Erkam’ın evine götürerek Peygamber Efendimizle görüştürür.

İbni Erkam’ın evi ile Zemzem kuyusu arasındaki uzaklığa 30 adım mesafede olduğu söyleniyor. Ebu Zer bu kadar yakınlıktaki yere gidebilmek için bu kadar beklemek ve bir takım sıkıntılar çekmek zorunda kalmıştır. Buralarda hiçbir tanıdığı olmadığından dolayı Hz. Ali ile sözleşmesinden sonra hep orada yatıp kalkmaya başlamıştır. Efendimiz kendisi ile karşılaşması sonrasında halini ve durumunu sormuş, on beş gündür burada beklediğini öğrenince de hemen bu zaman zarfında ne yediğini sormuştur. Ebu Zer de sadece Zemzem içtiğini söylemiştir. Bu hadise o günlerin sıkıntılı atmosferini anlatmasının yanında Zemzem’in ne niyetle içilirse ona göre çare olduğunu göstermesi bakımından da ibret vericidir. Bu mübarek ev ile ilgili bir diğer hadise ise Hz. Ömer’in Peygamberimizi öldürmek için geldiği yer olmasıdır. Mekke’nin reisleri henüz müşrik olan Hz. Ömer’i Efendimize karşı kışkırtmışlardır. O da bugün Mescid-i Haram’ın sağında kalan Cebel-i Ömer’in üzerinde bulunan evinden kılıcı elinde çıkar ve Efendimizi öldürmek gayesiyle İbni Erkam’ın evine doğru ilerler.

Yolda karşılaştığı bir kişi “Sen önce kız kardeşine git. Kocası ile birlikte Müslüman olmuşlar.” O da öyle yapar. Ama gittiği bu yerde ilk kez Kur’an-ı Kerim’den ayetler dinleyerek, Kur’an’ın cazibesine kapılacak ve İbni Erkam’ın evine niyet değiştirmiş olarak gidecektir. Hz. Peygamber’in huzurunda kırkıncı Müslüman olarak kelimeyi şehadet getirecektir. İbni Erkam’ın evinin Safa Tepe’sinin yanında olduğunu söylemişken, bu mübarek tepeye de ibretle yeniden bakmak gerekiyor. Dışarıdan bakıldığında Mescîd-i Haram’ın duvarlarından dolayı görülemeyen, ancak içeride say mahallinin az bir kısmının belli olduğu bu tepe, Hz. Hacer’in bebeğine su ararken koşuştuğu yer olması yanında Efendimizle ilgili de bir hatıraya şahitlik etmiştir.

Miladi 630 tarihinde İslam orduları Mekke’ye girdiklerinde Kâinatın Efendisi Mescîd-i Haram’ın etrafında toplanan ve endişeli gözlerle ne olacağını merak eden Mekkelilere hitap etmiş ve konuşmasının sonunda da: “Size hiçbir başa kakma ve ayıplama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Gidiniz sizler serbestsiniz” der. Beklemedikleri bu af karşısında şaşıran halkın tamamı kısa süre içinde İslamiyet’le şereflenir. İşte Safa Tepesi’nin şahitlik ettiği hadise bundan sonra meydana gelmiştir. Efendimiz Safa Tepesi’nin üzerine çıkarak burada Müslüman erkek ve kadınların biatlarını kabul etmiştir.

Erkekler bu biata “Allah’a iman edeceklerine, Allah’tan başka ilah bulunmadığına, Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve Resulü olduğuna, İslamiyet ve O’nun adına mücadele edeceklerine” söz verdiler. Kadınlar da “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, kız çocuklarını öldürmeyeceklerine ve namuslarını koruyacaklarına, Allah’a ve Resulü’ne isyan etmeyeceklerine ” dair biatta bulundular.

Netice olarak diyoruz ki; Ya Rabbi, adını zikrettiğimiz ve zikredemediğimiz yüzlerce, binlerce zor şartlarda İslam’a hizmetlerinden dolayı çektikleri eza ve cefaların mükâfatlarını cennetle vermiştir. Ümit edelim de, bizlerde onların şefaatlerine nail olalım diyorum vesselam…

15 TEM 2010 PRŞ

KUTSAL TOPRAKLAR 7
Giriş Yap

Merhaba Yozgat Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!