Cahiliye Devri, Arapları arasında iç savaşları hiç eksik olmazdı. Zilkade, Zilhicce, Recep ve Muharrem ayları haram aylar olarak bilinir ve savaş yapılmazdı. Bu aylarda panayırlar kurulur, şiir yarışmaları yapılır; Yahudiler, Hıristiyanlar ve puta tapıcılar dinlerini yayarlardı. Peygamberimiz (sav)’in yirmi yaşlarında iken, Kureyşlilerle Hazin kabilesi arasında yapılan Ficar savaşlarına katıldığı rivayet edilmektedir. Ficar Savaşı Müşrik Araplarında kan dökülmesi yasak olan haram aylarda çıkan harplere denirdi. Peygamberimiz (sav) bu savaşta kimsenin kanını dökmemiş, yalnız atılan okları toplayıp amcalarına vermiştir. Peygamberimiz daha yirmi yaşlarında iken “ Ficar” savaşına katılmıştır. O zaman yapılan bu haksızlık karşısında çıkan Ficar Harbi 4 yıl sürmüş, çöl sulhu ile sona ermişti. Çöl sulhüne göre iki tarafın ölüleri sayılacak, hangi tarafın ölüsü fazla gelirse o tarafa ölülerin sayısı kadar “Diyet” ödeyecekti. İşte Mekke şehrinin böyle Buhranlı bir zamanında Yemenlilerden biri büyük bir haksızlığa uğramış, bütün malı As İbn-i Vail tarafından gasp edilmişti. Bu haksızlığa dayanamayan mağdur ve mazlum Yemenli “Ebu Kubeys” dağına çıkarak feryada başladı. Bütün Mekke kabilelerinden yardım istedi. Yemenlinin bu feryadı üstüne peygamberimiz amcalarını topladı. “ Mekke içinde yerli ve yabancı hiç kimseye zulüm yapılmamasına” karar verildi. “ Herhangi bir haksızlığa uğrayanlara da yardım edilmesi için” yemin edildi. Toplanan bu derneğe ve yapılan bu yemine “Hılfülfudül” adı verildi. Yemenlinin şikâyeti üzerine As İbn-i Vail’den Yemenlinin hakkı alındı. Mekke’nin asayişi de tekrar yerine getirilmiş oldu. 1450 yıl önce zalimlere karşı, haksızlara karşı kurulan bugünkü birleşmiş milletler kararlarına benzeyen kararlar ta o gün hayata geçirilmişti. Kimse “Ben güçlüyüm, ben himenim, ben istediğimi yaparım” diyemiyordu. Haksız yere elde edilen ne olursa olsun hak sahibine tekrardan veriliyordu. Resul- i Ekrem’e ilahi vahiy gelmemişti. Kureyş kabilesi, Mekke’de Kâbe’nin tamiri işinde anlaşamamışlar, birbirlerine düşmüşlerdi. Kabileler arasında kanlı bir mücadele çıkmak üzereydi. Bu sırada Kâbe harap olmuş tamire muhtaç bir durumda bulunuyordu. Kureyşliler, Kâbe’yi yıkmışlar, yeniden yapmaya karar vermişlerdi. Malzemeler hazırlandı, taşlar toplandı. Bina yükseldi. Yalnız “ Hacer-i Esved” denilen kara taşı yerine koyma işi, ortaya mühim bir dava çıkardı. Her kabile bu taşı kendilerinin koymasını istedi. İhtilaf büyüdü, kavga halini aldı. Mücadele şiddetlendi. Dört gün sürdü. Hemen hemen kabileler, aileler arasında kan dökülecekti. Kureyş’in yaşlılarından Ebu Huzeyfe İbni Muğire araya girdi. Bir teklif ortaya attı: “ Mücadeleye son verelim! Harem kapısından ilk girecek kişiyi hakem tayin edelim! Onun vereceği karara razı olalım” dedi. Herkes bu teklifi kabul etti. O sırada “ Muhammedül-emin” çıkageldi. Bu tesadüften herkes memnun oldu. O zaman Resul- i Ekrem sırtından ridasını ( atkısını) çıkardı. Hacer-i Esvedi ortasına koydu. Her kabilenin ileri gelen reislerine ridasını her köşesinden tutturdu. Bu şekilde Hacer-ül Esvet Kâbe’nin yanına kadar taşındı. Sonra peygamberimiz bizzat taşı kendisi aldı, eliyle öptü ve yerine koydu. Böylece kabileler arasında çıkabilecek bir iç savaş önlenmiş oldu. Sultanım efendim Hz. Muhammed ne yapmışsa güzel yapmış, örnek teşkil etmiş, şehri emin sıfatı ile müşriklerin bile razı olacağı Mekke hakemliğini üstlenmiştir. Örnekliği bakımından inşallah bizlerde böyle örnek davranışlara layık oluruz diyorum. Cumamız mübarek olsun diyorum. Vesselam…
Hılfülfudül’den Birleşmiş Milletlere
