Eskiden şehirde yaşayan variyetli kişiler köyde yaşayan fakir gariban ailelere kar etsinler, ekmek yesinler, sermaye benden emek senden iş olsun, aş olsun diyerek koyun, keçi, sığır gibi hayvanları ortak olarak alırlardı.
Alanda, besleyende ekmek yerdi. Tıpkı günümüzde olduğu gibi… Devletimiz değişik adlar altında köylüye, damızlık koyun, keçi ve inek veriyor. Yapılan bu yardımların akıbetini mi soruyorsunuz?
Bunu tıpkı Ömer Seyfettin’in ‘Yüz Akı’ hikâyesine benzeyen gerçek hayatta yaşanmış başka bir olayla anlatmak isterim:
“ Şehirde yaşayan Celal Efendi köydeki bir çobana 50 tane koyun alır verir. Koyunlar kuzulatılacak, etinden, sütünden, peynirinden, yağından, derisinden kar edilecektir. Çoban: “50 koyununu 100 ederek bir yıl sonra yanına gelirim inşallah” der ve köyüne döner.
Çoban bir sene sonra elinde büyük bir toprak kap ve ıslak bir post ile ağasının evine gelir. Hoş beş ederler. Celal efendi koyunların akıbetini sorar: “Koyunların kaç kuzusu oldu?” Çoban: “Hiç doğurmadılar, hepsi kısır kaldı efendim.”
“Yünlerini ne yaptın?”
“Yünlerini hiç kırkmadım. Efendim söylemeye yüzüm tutmuyor ama 50 koyunun 17 tanesini çaldırdım. 32 tanesi de hastalıktan öldü. Geriye bir tane kaldı. Ona da gözüm gibi bakıyordum. Evvelki akşam sağdım. Sütüyle şu yoğurdu yaptım. Onu da sana getirdim.”
“O bir koyun nerde?”
“ Oda dün sabah ormandan inerken uçuruma yuvarlandı. İndim, başına gittim, bir de gördüm ki, ölmüş. Daha soğumadan derisini yüzdüm. İşte buda postu.”
Bunu duyan Celal Efendi neye uğradığını bilemez. Deli divaneye döner. Hiç sesini çıkarmadan ayağa kalkar, yoğurt kabını eline alır, çobanın kafasına geçirir. Çobanı yumruklamaya başlar. Tekmeleye tekmelemeye kapıdan dışarı atar. Bu esnada evin hanımı. Kapıdaki çobanı, suratı yoğurt içinde görünce şaşırır ve sorar?
“Bu elinin yüzünün hali ne?”
“Ne olacak hanım bacı! Celal Efendinin bana aldığı koyunların hesabını yüzümün akıyla verdim Elhamdülillah” der.
Devlet eliyle köylüye verilen teşviklerin sonu bu hikâyeye benziyor işte. Sonunda bu tür işleri yapanlarda yüzlerinin aklarıyla çıkıyorlar maşallah. İster devlet, ister şahıslar tarafından yapılan bu tür yardımlarda maksat hâsıl olmuyor. Dünde, bugünde ortaklık mantığı ülkemizde, bilhassa Yozgat’ımızda yürümüyor. Hâlbuki ortaklık beşere, ilahi bir emirdir. Ortak olmazsak hiç bir şeyi başaramayız. Hani derler ya bir elin nesi var iki elin sesi var. Ortağı olmayan tek güç, bizi Yaratandır.
Günümüzde ortaklık kültürüyle iyi neticeler alan kurum ve kuruluşlar var. Ortak bir davaya sahip olmanın ortaklık için büyük bir nimet olduğu gerçeğinin altını çizmek isterim. Tarım ve hayvancılık geleceğimizi olumlu yönde etkileyebilir. Ortaklık kültürü ile birlikte bu sektör Yozgat için kazançlı bir yatırım olabilir. Tabi kafamızdaki organize hayvancılık projesini hayata geçirebilirsek…
Tarım ve hayvancılığımız etle tırnak gibidir. Dünya nüfusu hızla artıyor. Tarımı iyi etüt etmek lazım… Tarımın, çiftçiliğin atası Hz. Âdem Peygamberdir. O günden bu yana insanoğlu çiftçiliği atalarından gördüğü gibi birbirine bakarak yapıyor.
Yozgatlı nohudu ekip biçip hasat ediyor da Çorumlu leblebiye dönüştürüp geri bize satıyor. Tarım ve hayvancılıkta verimli ve karlı bir iş yaparsak, bu herkesi kapsar ve sektör olarak ayağa kalkarız. Daha çok kazanır, kar ederiz. Yoksa başarısız bir tarım sektörü, ülkemiz ve Yozgat için çok kötü neticeler doğurur.
Velhasıl hayvancılık ve tarım manevi tatmini en yüksek olan sektördür. Öyle olmasaydı Peygamberler tarım ve hayvancılıkla uğraşıp, çobanlık yaparlar mıydı? Diye soruyorum kendime. Doğrusu bu konuyu merak ediyorum. Organize hayvancılığın geleceğin en bereketli karlı işi olacağına inanıyorum
VESSELAM…
4 ARALIK 2012 SALI