GDO…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Geçtiğimiz hafta boyunca, gündeme oturan Genleri Değiştirilen Organizmalar olarak bildiğimiz GDO meselesi tartışılmaya devam ediyor. Bu konuyla ilgili değişik görüşler mevcuttur. İlim adamlarının birçoğu üretimin artması adına GDO’yu savunurken, birçoğu da şiddetli bir şekilde karşı çıkıyor.

Onlar tartışa dursun olan vatandaşa oluyor. Vatandaş ne yapacağını, ne yiyip ne içeceğini bilmekte zorlanıyor. Geçtiğimiz akşam bir televizyon kanalında Prof. Dr. Kenan Demirkol, Prof. Dr. Esat Karakaya, Doç. Dr. Muzaffer Aydemir’in yer aldığı programı izledim. Bilhassa soya, mısır, pamuk ve kozada sorunsuz diyenler, “hayır efendim bunun zararlarını ne yapacağız, nereye koyacağız” diye tartışıp, durdular.

Bir başka ilim adamımız Prof. Dr. Latif Öztek, GDO’lu üretime geçmek için iyi bir araştırma yapılmasının gerektiğine işaret ederek, “Bu konu  aceleye getirilmiştir. Bizim insanımız deney materyali olarak kullanılıyor” diyor. GDO’lu ürünün aynı zamanda toprağı da kirlettiğini bağıra bağıra söylüyor. “Ayrıca o genler, toprağa da geçiyor. Çünkü bitkilerde değiştirilen genlerin aynısı kökünde de var. Kökünden de, toprağa geçerek yetişecek olan ürünü de etkiliyor.

” Bildiğimiz kadarıyla, Türkiye, dünyanın gen merkezlerinden biridir çok büyük bir potansiyele sahiptir. Yediğimiz gıdaların renkleri güzel ama içleri bizim bildiğimiz gibi değil.  Özellikle gen değişikliği domateslerde rahatlıkla görülüyor. Soralım, 10 yıl önceki yediğimiz domatesle bugün manav  tezgâhlarında satılan domatesin tadı, kokusu, çekirdeği aynı mıdır? Allah aşkına. Domatesler tabir caiz ise vitrin malı gibi, dışı güzel ama içi korkunçtur. Domatesin renginin çok güzel olmasına rağmen tadı da, kokusu da yoktur. Damak zevki de hiç mi hiç yoktur. Bıçakla ortadan bölündüğünde adeta bir şeyle şişirilmiş topa benziyor. Hormonlu olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Sadece dış güzelliğine heveslenip, alıyoruz. Mevsimli, mevsimsiz… Mutfağımıza kadar taşıyarak, soframıza koyuyoruz. Ye, yiyebildiğin kadar. Afiyet olsun demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

 Büyüklerimiz domatese kırmızı, lahanaya ilahana, bahçeye de bostan derlerdi. Salata yapacakları zaman, çocuklarına “bostandan kırmızı getir. Bir de ilahana yaprağı” derlerdi. Üzerine bir güzel salata yaparlardı. İçine iki baş soğan, biraz nane, maydanoz, tuzu eklediler mi?  Yemede yanında yat.

 Başka bir şekilde de bildiğimiz yufka ekmek üzerine kırmızıyı doğrarlar. Müştemilatı ile birlikte salata yaparlardı. Domatesin suyu yufka ekmeği ıslattı mı? Bir başka olurdu damak zevki. Kokusu mis gibi, hafif mayhoş, ekşimsi, ağzımızı suyla dolduran domates şimdilerde aynı tadı vermiyor. Vermiyor.

 Bizim dedelerimizden, ninelerimizden kalan domateslerimize, onlardan alınan yerli tohumlarımıza ne oldu? Fikirlerine müracaat ettiğimiz ziraatçılarımız, verimin çok olması için gelen ithal tohumları ekip, biçmemizi teşvik ediyorlar. Sebep, verim daha çok olacakmış. Verim daha çok olsun istemeyen mi var? Tamam verim olsun ama sağlığımızla kimse de oynamasın. İnsanlarımız hasta olmasın. Soyu, sopu belli olmayan, ileri de insan vücudunda, insan neslinde ne tür olumsuzluklar meydana getireceği şimdiden bilinmeyen gerek tarımsal ilaçlar, gerekse genleriyle oynanan sebze ve meyvelerimiz üzerinde kimse kumar oynamasın diyorum vesselam… 09.20.2022

GDO…
Giriş Yap

Merhaba Yozgat Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!