Hangi vilayete giderseniz gidin, umuma açık yerlerde, cami avlularında meczup insanları görürsünüz. Bu insanların bir kısmı yaşadıkları o yerde deli olarak tanınırlar. Bunların deli mi veli mi olduğunu biz insan olarak bilemeyiz. Ancak bizi yaratan Rabbimiz bilir.
Yozgat’ımızda da bu tür meczup insanlar oldukça çoktu. Bunların bir kısmı rahmeti rahmana kavuştu bir kısmı da hala yaşıyor. Bunların bazıları ruhen bazıları da bedenen rahatsızdırlar. Konuştuğunuz zaman öyle akıllı laflar ederler ki, akıllı adamlar bu denli mantıklı konuşamazlar.
Geçtiğimiz otuz yıl içerisinde herkesin hemen hemen tanıdığı bazı isimleri sıralamak isterim: Deli Veysel, Deli Yaşar, Deli Hasso, Deli Mehmet, Ayakkabı Boyacısı Osman ve abisi İsmail, Ahmet Uslu, Deli Meryem, Eşekçi İsmail, Deli Burhan, Deli Mustafa, Deli Reşit, Ayakkabı Ustası Zakir, Deli Fikret, hele iki kardeş var ki dünyanın en iyileri, en temizleri, en dindarları, en çok sevilenleri Adil ve Mağdur Serkan…
Bunların bazılarından bahsetmek isterim.
Ahmet Uslu
Zengin bir ailenin çocuğu, önce fakir sonra garip ölen bir yiğit… Askerlik görevini ifa edip döndükten sonra zaman içerisinde rahatsızlanmıştı. Sokaklarda yaşamaya başlamış, inşaatlar ve umuma açık binaların koridorları yatacağı ve barınabileceği mekanlar haline gelmişti. Eline geçirdiği bir karton parçasını altına yatak, üzerine de gazete parçalarını yorgan ederek kış-yaz demeden senelerce ömrünün kalanını bu mekanlarda geçirdi. En son mekânı Abide İşhanı’ydı. Oradaki koridorlarda yatıyordu. Gün geldi Ahmet, orada ölü olarak bulundu. Öyle bir yaşantısı vardı ki, Üşüdüğünü, acıktığını, altına kaçırdığını bile bilmiyordu. Tanıdık bir simayı gördüğü zaman ismiyle çağırır, aç olduğunda ekmek, sair zamanda da sigara isterdi.
Allah gani gani rahmet eylesin. Makamı cennet olsun. Yazın sıcağı, kışın soğuğu hep üzerinden geçti. Ahmet gibi daha niceleri vardır.
Bir diğer isim: Deli Veysel
Her sabah Kuyumcu Köyü’nden her sabah yaya olarak gelir akşam olmadan da dönerdi. O da evsiz barksız ve sahipsizdi. Sırtına attığı paltosu, eline geçirdiği bir gazeteyi, bir köşede saatlerce ayakta dikilerek okurdu. Bir gün bir dükkânın köşesinde eline gazete almış, okuyordu. O gün Papa’yı vuran, Mehmet Ali Ağca’nın da ilk duruşma günüydü. Gazetenin manşeti aynen şöyle idi: “Mehmet Ali Ağca, ilk günü ben İsa’yım, ikinci günü de ben Mesih’im” demişti. Deli Veysel’e birisi: “Deli oğlan, ne diyorsun bu Mehmet Ali Ağca’nın işine?” diye sordu. Deli Veysel sustu. İki adım ileri, iki adım geri geldi.
“Bak Kardeşim, dünya da 4,5 milyar insan yaşıyor. Bugün dünya bu adamı konuşuyor. 4,5 milyar insanın konuştuğu bir adam İsa’yım da dese, Musa’yım da dese yerindedir” dediğine tanık oldum.
Delisiyle, velisiyle bu tür insanlar hep içimizde yaşadılar. Allah’a şükürler olsun ki, Yozgat halkımız bu tür insanları hep sevdiler, başlarını okşadılar, karınlarını doyurdular, ihtiyaçlarını giderdiler. Bugün hala gidermeye devam ediyorlar. Velhasıl bu tür insanları toplum benimseyip bağrına basıyor. Her birinin kendine has güzellikleri ve özellikleri var.
Bir diğer İsim: Ayakkabıcı Osman
Osman’ın bir şeyine rast geldim. Selam verdim. Selamımı aldı. “Osman, ayakkabılarımı boyar mısın?” dedim. Bana döndü: “Sen deli misin? Allah’tan kork. Bugün Cuma. Nasıl hocasın sen? Ben Cuma günü çalışmam. Ayakkabılarını istersen yarın boyarım. Yoksa kime boyatırsan boyat” dediğini duydum.
Konumuzu şöyle toparlayalım: Bakırköy Mazhar Osman’da (Tımarhanede) bir deli, diğer delileri başına toplamış. Peygamberliğini ilan etmiş. Onlara peygamber olduğunu anlatıyormuş. Onu gören diğer bir deli yanına gelmiş. “Senin adın nedir, söyle bakalım” demiş. Peygamberliğini ilan eden deli: “Benim adım Hasan” deyivermiş.
Diğer deli cebinden bir defter çıkartmış. Okumaya başlamış. Oradaki diğer delilere demiş ki: “Ben Hasan isminde bir peygamber göndermedim. Sen yalancısın. Hadi oradan” demiş.
Dostlar kimin deli, kimin veli olduğunu, ancak yüce rabbimiz bilir diyorum.
Vesselam…