Köşemde zaman zaman çoban hikâyelerini anlattım. Bugünde size bir çoban hikâyesi anlatacağım. Çoban deyip de geçmemek lazım. Gerçi günümüzde çoban bulmak öyle kolayda değil. Şimdilerde ya Afganistan ya da Suriye’den gelen vatandaşlar bu işi yapıyorlar.
Geçtiğimiz gün köyün ormanına gitmiştim. Orada bir sürü koyunun otlandığını gördüm. Birden silah patladı. Çoban bağırdı, köpekler peş peşe koşamaya başladılar. Çoban “eyvah koyunu kurda kaptırdım” deyiverdi, güpegündüz.
Meğer çobanın gecesi gündüzü olmayıp her an teyakkuz halinde olması gerekiyormuş.
Çobanların kendine has meziyetleri vardır. Hangi koyunun kime ait olduğunu bilir, hatta ilk defa gördüğü bir koyunun erkek mi dişi mi olduğunu da kafasından bilirmiş.
“Dağda gezen kurdu görür” diye bir söz bile vardır.
Eskiden köy odalarında çoban hikâyeleri anlatılırdı. Herkes pür dikkat dinler, kışın uzun gecelerinde böyle muhabbetler olurdu.
Günün birinde padişah tebdili kıyafet giymiş, veziri ile birlikte bir yerden geçerken atını sulamak için bir vadiye sapmışlar.
Öğle vaktinde çoban sürüsünü argaça yatırmış, köpeğini de bir ağaca idam etmek suretiyle asmış.
Bu manzarayı gören padişah çobana sormuş; “Bu köpeği niye astın?”
Çoban, “Sanane?” demiş.
Hemen vezir atından inerek bu soruyu soranın padişah olduğunun çobanın kulağına söylemesine rağmen çoban aldırış etmemiş.
Padişah gene sormuş, “Bu köpeği niye astın?”
Önceki sözünü gene tekrarlamış, “Sanane?” demiş.
Padişah; “Bu köpeği niye astığını söyle sonra benden ne istersen” demiş.
“Ben bir çobanım sende koskoca bir padişahsın. Üç günlüğüne padişahlığını bana verirsen köpeğimi niçin astığımı söylerim” demiş.
Padişahta bunu kabul etmiş. Veziri sürünün başına koymuşlar. Çoban üç günlüğüne padişah olmuş.
İlk işe parlamentonun feshiyle başlamış.
Kabineyi değiştirmiş, bürokrasinin ileri gelenlerine işten el çektirmiş. Haramları helal, helallerinde bir kısmını haram etmiş, yasakları kaldırmış, yasak olmayanları da yasaklamış.
Üç günün sonunda yeni kabineyi kuracağını ilan etmiş. Görmüş ki bir takım insanlar kendinden beklenmedik işleri pervasızca yapmışlar.
İçlerinden 20-25 kişi aynı şekilde yasaklara uymuş, kendilerine helal olmayanları yememiş içmemişler, harama da meyletmemişler.
Çoban bu insanları devletin başına getirmiş. Kabinesini bunlardan oluşturmuş. Üçüncü günün sonunda padişaha görevini teslim etmiş.
Padişah çobana sormuş, “Hadi şimdi söyle köpeği niye astın?”
Çoban başlamış anlatmaya; “Ben bu köpeği sokak ortasında perişan bir vaziyette buldum. Açlıktan ölmek üzereydi. Koyunlarımdan süt sağdım, içine ekmek bastım, yedirdim, içirdim ve büyüttüm. Kulağını kestim, kuyruğunu kaldırdım. Koyunlarımı kurttan kuştan korusun diye emek verdim. Zahmet çektim.
Belli bir günden sonra koyunlardan haftada bir iki kayıp oluyordu. Köpeğin ağzında bir gün kan gördüm. Araştırmaya başladım. Köpeği takibe koyuldum. Sürüyü yatırdığım yerde sahte uykuya daldım. Köpek benim uyuyup uyumadığımı kontrol etti. Ayağımdan tuttu çekti. Uyanmadım. Abamın kolundan çekti uyanmadım. Benim gerçekten uyuduğum kanaatine varınca etraftaki yardakçılarını, arkadaşlarını topladı. Sürüden bir tane koyun aldı. Yakınımızda bulunan bir derede afiyetle yedi ve yedirdi.
Sonra da ağzını suda yıkayarak yanıma geldi. Bana yardaklanmaya başladı.
Bu durumu tespit ettikten sonra belimdeki kemerle bu köpeği asarak infaz ettim der” padişaha.
Padişah bu olaya hayret eder. Bir kese altın vererek oradan ayrılır.
Velhasıl kelam: çobanlar çok akıllı ve zeki insanlardır diyorum.
Vesselam…5 MAYIS 2022 PERŞEMBE