19,1888$% 0.1
20,9128€% -0.16
23,7907£% -0.16
1.219,68%-0,07
2.017,00%-0,05
536706฿%-2.0137
Yozgat’ın belki de 40-50 yılda görmediği, yalancı baharı yaşadık geçtiğimiz hafta sonuna kadar, doya doya. Yozgat’ta doğup, büyüyüp, yaşayan insanlar için bu yalancı baharla kendimizi Mersin’de, Tarsus’ta, Antalya’da yaşıyor hissediyorduk. Hatta yakın köylerimizden gelen haberlerde, bu yalancı bahara aldanan meyvelerin birçoğu çiçek bile açmıştı. Web TV televizyonumuzun yayına başladığı 1 Aralık’ta Löklü Kemal Ağa (Ertuğrul), tüm Yozgat halkına ve tüm dünyaya “Yozgat’ta, bahçemdeki erik ağacı çiçek açtı, şayet soğuk vurmazsa” diye haykırıyordu. Derken, biz hafifçe bıyık altı yapıyorduk. Kış her zaman hırçın yüzünü Yozgat’ta acımasızca gösterir. Hatta Yozgat’ı da mekân tutar. Yozgat öteden beri kara, kışa, soğuğa alışıktır. Yozgat’ın karı kışı filmlere, türkülere, şiirlere konu bile edilmiştir. Meteoroloji günler öncesinden, geçtiğimiz hafta sonunda mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklıkların 10-12 derece düşerek yerini yağışlı havalara bırakacağını, arkasından da kar yağışının geleceğini söylemişti. Meteorolojinin dediği oldu. Geçtiğimiz Perşembe’den başlayan yağmur yerini Cumartesi günü akşam saatlerinde kara bıraktı. Kar, fırtına ile geldi. Avrupa da etkili olan soğuk hava sebebi ile yüzlerce kişi hayatını kaybederken, kar soğuk hava ile birlikte balkanlar üzerinden ülkemize de giriş yaptı. Mevsim normallerinin üzerinde seyreden yalancı baharda böylelikle yerini kara, kışa ve buza terk ediverdi. Ben hatırlıyorum, 1965 yılında ortaokula başladığımda yine böyle Aralık ayının 10’unda Yozgat’a ilk kar yağmıştı. Sınıfta karın yağışını pencereden seyrederken, kitabımın kenarına “İlk kar yağdı” diye birde not düşmüştüm. Zaman zaman böyle ılıman, güzel havalar hâkim olsa da, Yozgat rakım itibari ile yüksek olduğundan, uzun bir süre kara kışa teslim oluyor. Bizim çocukluk yıllarımızda bugünkünden daha çok kar yağıyordu. O kadar çok yağıyordu ki, komşu komşuya gidemiyor, damdan dama bile atlanıyordu. Okullar sık sık tatil ediliyordu günlerce. Hayvanları dışarı çıkartmak mümkün olmuyordu. O gün ki evlerde terkos sistemi olmadığından, köy içerisinde bulunan veya mahalle aralarında ki çeşmelerden vatandaşlar içme sularını temin ediyorlar, tünel kazarak evlerine kovalarla su taşıyorlardı. Hatta meşhur köy odalarında kar yağdığı zamanlarda insanlar rahatlar, sobanın etrafında dizilirler, uzun geçecek kış gecelerinde kendilerine değişik türden meşgaleler bulurlardı. Meşhur arabaşımız, oda cemaati içerisinde sıraya konulur, şehirden temin edilen parmak çörekler, çanak çökeleği ile yenir, çaylar içilirdi. Bunun yanında, buğdaydan yapılan kavurga çedene ile karıştırılır, meşe palıtı közlenerek kuruyemiş ihtiyaçlarını da gidermiş olurlardı. Eli yatkın bazı kimseler oda müdavimlerinin çocuklarına temin edilen meşe ağacından kızaklar yaparlardı. Kızakların üzerlerine koyun veya keçi derisinden minder de yaptıkları olurdu. Köyün yüksek yerlerine çıkılır, çocuklar, gençler hatta delikanlılar saatlerce bu kızaklar sayesinde kışın tadını kayak yaparak çıkartırlardı. Günümüzde artık ne odalarımızdan, ne hoş sohbetlerimizden, nede o güzelim kızaklarımızdan eser kalmadı. Bir bir yok edildi geleneklerimiz ve göreneklerimiz. Şehir merkezlerinde yetişen yeni nesiller bu tür kültürümüzü uygulamak, bilmek bir tarafa, anlatıldığında da bile ilgi duymuyorlar maalesef. Arabaşımız hariç diğerleri yok oldu. “Eski dostlar kar yağdı böyle oldu, gelin arabaşı soframıza” diyorum vesselam… 13 ARALIK 2010 PAZARTESİ
BURSALI BÜŞRA